Kuzey’in Rüzgârı, Aşk kadehinden yudum alıp sundu Dokuz Mahse’nin Efendisine, İçilen ilk yudum sonrası, Kuzey’in Rüzgârı ses verdi;
“Gönül tahtını kırıp ... Aşk şerbetini çula satıp, Kahır denizine düşen gönül, yanmak mı? Yakmak mı? Etrafında daireler çizdikten sonra diz çöküp;
“Zem zemi tatmadıysa ten, yansanda, yaksanda boş.”
Avuçlarını, aşağı yukarı kaldırıp, Ayak bileğine bağlı zilleri , tabanına vurarak ses getirdi...
“Dünyayı bilmezdim, Parça patiska ile belendim, kundağa sarıp, tıngır mıngır beşikte sallanıp, Yol edildi yüreğim... Gönlümde kalmış üç beş üzüm salkım tanesi, Yediğimde koruk tadı ile kaldım tatsız , tuzsuz... Bilemedim Dünya Malı neye yarar? Kalp kırıp dökmek mi lazım? Dökülen , yıkılan yüreğim mi? Anlayamadım.”
Bedenini yarıya kadar saran eşyaları, dans ederek tek tek çıkardı. Çıplak tenini, aşk sunağına, sunmak için uzandı...
“Gün geceye bulanmış , gözlerin nemli. Ateş görüyor gözlerim, gözlerinde. Kimi zaman ısınıyor, kimi korkuyor. Körpemin yüreği titriyor . Dudaklarından , dilinden bal akıyor.”
Sunağın üzerinde aşk kasesini şarapla doldurdu... Mahse’nin Ozan’ı; Aşk kadehini ikinci kez yudumlayan, Kuzey’in Rüzgarından alıp, Dokuz Mahse’nin Efendisine sundu ...
Ve Tanrı Aşka Baktı / ogün orpars
Huzurlu günler olsun.